'' israil 5 haziran 1967'de komşu Arap ülkelerine karşı topyekun bir savaş başlattı. Sadece altı günde üç Arap ülkesinin ordularını yenilgiye uğrattı ve ''topaklarını'' üçe katladı.''
Peki bu nasıl gerçekleşti? Bu olayın cereyanını doğru analiz bize Osmanlı'nın
büyük yenilgisinin ardından türetilen ''Arap devletleri''nin ve israil zulüm
yapısı-maşasının 'karakterini' ortaya dökecektir. Bunun bir başarı olduğu bile şüphelidir.
Bu savaşı hangi tarafın yapısı ''devlet'' olmaya daha yakınsa o
kazanmıştır. israil zulüm yapısı-maşasının istihbarat faaliyetleri
diğerlerinden üstün olduğu için ''Irak'' hava kuvvetlerinin pilotu Mig-21'i ile israil yapısına iltica eder. siyonistler Mig-21'in güçlü ve zayıf
yönlerini test ederler. Nisan 1967'de siyonistler Golan tepelerinde çıkan küçük
çatışmanın büyüyüp bir hava mücadelesine dönüşmesinin ardından 6 ''Suriye'' Mig'i düşürür. Buraya kadar bunlara tolerans gösterilebilir ancak ''Suriye
devleti'' ile birleşme şeklinde bir stratejisi olan -'savaş öncesi hamlelerinin zayıflığı' bu strateji ile çelişkilidir- Nasır'ın
''devleti''-''Suriye'' ve ''Irak'' için bu tam bir aymazlıktır. Üçünün toplam
aymazlığı; koordinasyonsuzluğu, gerçekten milli politikalardan uzak oluşları,
devlet olmaktan uzak yapılarıyla kendilerinin felaketlerinin başlangıçları
olur. Bunu biraz açmam gerekirse: Mısır ''Arap milliyetçiliği'' sevdasıyla
Yemen'deki iç savaşa dahil olur ve gücünün ciddi bir kısmını oraya yönlendirir.
Eğer kendini devlet sanan bu yapıda bu toprakların fıtratına uygun bir
milliyetçilik olsaydı öncelikle bütün her şeyini siyonistleri bu topraklardan
atmaya adardı. ''Irak ın'' Mig'inin kaçırılmasından sonra israil yapısının hiç
kayıp vermeden 6 ''Suriye'' Mig'ini düşürmesi de kendilerini alarma geçirmeli
idi. ''Mısırın'' ''6 gün savaşı'' öncesi hamleleri büyük bir çatışmaya girmeyi
düşünmedikleri ortaya koyuyor. Oysa ki israil yapısının politikaları israil
yapısı açısından kendilerine göre çok daha millidir ve aman vermeden saldırırlar.
Hatta videoda bu saldırıları yıllardır planladıklarını ve bunun bir sır olamadığını
israil yapısının eski pilotu fütursuzca söyler. israil yapısının istihbarat
başarısının yanına kendileri açısından 'milli' faaliyetleri, ''Arap
devletlerine'' başka bir artıları olmuştur.
'' Mısır hava kuvvetleri ise bir savaş ihtimalini hiç de dikkate alıyormuş
gibi görünmüyordu.''
Mısırlı askeri analist Hüsam Sveylem: '' Bizim uçaklarımız hava alanlarında
park halindeydi. Onları Zürih hava alınında bekliyor sanırdınız. Hiç bir hava
savunma sistemleri, hiç bir sığınakları yoktu.''
İşte Mısırlı analistin çizdiği, milli ihtiyaçlara; bırakın taarruzu en
azıdan milli savunma ihtiyacına cevap veremeyen ''Mısır hava kuvvetleri''
portresi ve israil yapısının ''Mısır devleti hava alanları'' hakkında ''Mısır
devleti''nin aymazlığı sayesinde rahatlıkla toplayabildiği istihbaratlar bize
şunu anlatmakta: Osmanlı'nın tasfiyesi üzerine türetilen ve kendilerini devlet sanan ''devletçikler'' bölge
insanlarının başına beladır. Bu devlet diye
geçinen yapılar, bu örnekte görüldüğü üzere büyük ve güçlü görünen ancak
gerçekte işe yaramaz ''devlet kurumlarıyla'' bu toprakların halklarına, sonuç
itibariyle bir zulüm uygulamaktadırlar. Oysaki gerçekte Batı kuklası olan bu
diktatörlükler yakın zamanda bir dünya savaşı atlatmış ve iki süper gücün ki
biri ''dünya hakimi'' İngilizlerin saldırısının püskürten bir 'devlet
disiplinine' dahildiler. Bu İngilizler ki; ''dünya hakimiyeti'' için Londra'nın
kenar mahallerinde bile küçük kız çocuklarına açlıktan domuzların yiyeceğini
çaldıran, kolluk kuvvetlerinin çıkan bir mahalle isyanında '(isyancıları)kesin,
kestiğiniz kadar verginizden düşecek!' anlayışıyla hareket eden ve bu sadece
kendi öz vatanlarındaki uygulamaları olan İngilizler'dir. Bir de bunların dünyadaki milyonları
sömürüp o gücü Çanakkale'ye püskürtmesini tasavvur edin. Üstelik Abdülhamid Han'ın
tasfiyesinden sonra 'başsız kalan gövdenin' başarısıdır bu sadece. Abdülhamid
Han'ın hakanlığı ile strateji seviyesi yüksek olabilecek bir Osmanlı'da dünya
savaşı süreci -savaşa aynen girilerek, belki girilmeden, belki de bölgesel
müdahalelerle- çok karlı da atlatılabilirdi. Abdülhamid Han'ın tasfiyesinin Osmanlı'nın tasfiyesini hızlandırdığının ispatı olarak; hafiye teşkilatının
eksikliğine ve bu sebeple Osmanlı coğrafyasında cirit atan düşman ajanlarına
rağmen Osmanlı, ordusunun komuta kademesi dahil, bütün her şeyiyle bir dünya savaşını sağ salim atlatmıştır. Şimdi dünyadaki teknolojiyi de aynen takip eden bir Osmanlı devletinin hali nerede,
bırakın teknolojiyi, onun 'devlet disiplininden' ufacık bir kırıntı bile
taşımayan kukla ''devleçikler'' nerede? Bugünkü hali de ortada olan
bu ''devletçiklerin'' Osmanlı'nın yenilgisi üzerine halklarını yozlaştırmak,
onların içtimai hayatlarını çürütmeye çalışmak üzere icat edilmiş 'makineler'
olduklarını idrak etmemiz gerek. Bu makineler bölge haklarını işleyerek onları
siyonistlere ve emperyalistlere karşı dirençsiz hale getirmeye çalışıyor.
1967'de ataletten dolayı atıl ve anca Yemen iç savaşında Yemen insanına zarar
verme kabiliyetinde olan ''Mısır hava kuvvetleri'' büyük oranda imha
olur. Müttefik ''devletçiklerin'' hava saldırıları ise israil yapısınınki gibi, israil açısından milli olarak yıllarca hazırlanan bir 'motivasyondan' eksik
olduklarından ve tabi ki 'devlet disiplininin' eksikliğinden olsa gerek etkisiz
kalır. Mısır ordusu; en iyi ihtimalle, yani hainlik ihtimalini boş verelim,
bir Osmanlı komutanı olmayan ordunun bir numarası Abdülhakim Amir'in emriyle Sina'dan geri çekilir. Durumundan çekinen komutanın tarihte verdiği askeri kararın
doğruluğu ya da yanlışlığının şu an, en azından bizim, elimizde olmayan veriler
yüzünden test edemiyoruz. Zaten baştan aşağı büyük bir hata olan sistemlerin
günahını tek bir kişiye yıkmak da olmaz. Ancak yazımızın ana fikri olan sözlere
dikkat kesilelim, bu coğrafyanın halklarında değildir sorun. Başlarında devlet
diye geçinen yapılardadır ve bu halklar onları tasfiye etmediği kadar suçludur.
Bizde de 'ne zaman adam oluruz-AB'ye girmeyi hak etmiyoruz' gibi anlayışlar kadar
adaletsiz-zalim anlayışlar yoktur her halde. Bu tasfiye etmemiz gereken
yapıların belki de taammüden neden oldukları 'sosyal darwinizmden'
kurtulmamız gerek. Mısırlı askeri analist Hüsam Sveylem, okumayı bilen için, bir 'sistem sorununa' dikkat
çekiyor: '' Biz bu savaşta kandırıldık. Komutanlarımız adına utanç duyduk.
Mısır ordusu savaşmadı, biz yenilgiden sorumlu değildik fakat dağlar kadar
keder ve ıstırap çektik.''
Bizdeki 'makineleri' de tasfiye etmediğimiz müddetçe başımızın belada olduğunu
ve Osmanlılaşmak zorunda olduğumuzu idrak etmemiz gerekmektedir...