6 Ağustos 2014 Çarşamba

Osmanlı'sız Ümmet; Altı Gün Savaşı...








'' israil 5 haziran 1967'de komşu Arap ülkelerine karşı topyekun bir savaş başlattı. Sadece altı günde üç Arap ülkesinin ordularını yenilgiye uğrattı ve ''topaklarını'' üçe katladı.''

Peki bu nasıl gerçekleşti? Bu olayın cereyanını doğru analiz bize Osmanlı'nın büyük yenilgisinin ardından türetilen ''Arap devletleri''nin ve israil zulüm yapısı-maşasının 'karakterini' ortaya dökecektir. Bunun bir başarı olduğu bile şüphelidir.

Bu savaşı hangi tarafın yapısı ''devlet'' olmaya daha yakınsa o kazanmıştır. israil zulüm yapısı-maşasının istihbarat faaliyetleri diğerlerinden üstün olduğu için ''Irak'' hava kuvvetlerinin pilotu Mig-21'i ile israil yapısına iltica eder. siyonistler Mig-21'in güçlü ve zayıf yönlerini test ederler. Nisan 1967'de siyonistler Golan tepelerinde çıkan küçük çatışmanın büyüyüp bir hava mücadelesine dönüşmesinin ardından 6 ''Suriye''  Mig'i düşürür. Buraya kadar bunlara tolerans gösterilebilir ancak ''Suriye devleti'' ile birleşme şeklinde bir stratejisi olan -'savaş öncesi hamlelerinin zayıflığı' bu strateji ile çelişkilidir- Nasır'ın ''devleti''-''Suriye'' ve ''Irak'' için bu tam bir aymazlıktır. Üçünün toplam aymazlığı; koordinasyonsuzluğu, gerçekten milli politikalardan uzak oluşları, devlet olmaktan uzak yapılarıyla kendilerinin felaketlerinin başlangıçları olur. Bunu biraz açmam gerekirse: Mısır ''Arap milliyetçiliği'' sevdasıyla Yemen'deki iç savaşa dahil olur ve gücünün ciddi bir kısmını oraya yönlendirir. Eğer kendini devlet sanan bu yapıda bu toprakların fıtratına uygun bir milliyetçilik olsaydı öncelikle bütün her şeyini siyonistleri bu topraklardan atmaya adardı. ''Irak ın'' Mig'inin kaçırılmasından sonra israil yapısının hiç kayıp vermeden 6 ''Suriye'' Mig'ini düşürmesi de kendilerini alarma geçirmeli idi. ''Mısırın'' ''6 gün savaşı'' öncesi hamleleri büyük bir çatışmaya girmeyi düşünmedikleri ortaya koyuyor. Oysa ki israil yapısının politikaları israil yapısı açısından kendilerine göre çok daha millidir ve aman vermeden saldırırlar. Hatta videoda bu saldırıları yıllardır planladıklarını ve bunun bir sır olamadığını israil yapısının eski pilotu fütursuzca söyler. israil yapısının istihbarat başarısının yanına kendileri açısından 'milli' faaliyetleri, ''Arap devletlerine'' başka bir artıları olmuştur. 

'' Mısır hava kuvvetleri ise bir savaş ihtimalini hiç de dikkate alıyormuş gibi görünmüyordu.'' 

Mısırlı askeri analist Hüsam Sveylem: '' Bizim uçaklarımız hava alanlarında park halindeydi. Onları Zürih hava alınında bekliyor sanırdınız. Hiç bir hava savunma sistemleri, hiç bir sığınakları yoktu.''

İşte Mısırlı analistin çizdiği, milli ihtiyaçlara; bırakın taarruzu en azıdan milli savunma ihtiyacına cevap veremeyen ''Mısır hava kuvvetleri'' portresi ve israil yapısının ''Mısır devleti hava alanları'' hakkında ''Mısır devleti''nin aymazlığı sayesinde rahatlıkla toplayabildiği istihbaratlar bize şunu anlatmakta: Osmanlı'nın tasfiyesi üzerine türetilen ve kendilerini devlet sanan ''devletçikler'' bölge insanlarının başına beladır. Bu devlet diye geçinen yapılar, bu örnekte görüldüğü üzere büyük ve güçlü görünen ancak gerçekte işe yaramaz ''devlet kurumlarıyla'' bu toprakların halklarına, sonuç itibariyle bir zulüm uygulamaktadırlar. Oysaki gerçekte Batı kuklası olan bu diktatörlükler yakın zamanda bir dünya savaşı atlatmış ve iki süper gücün ki biri ''dünya hakimi'' İngilizlerin saldırısının püskürten bir 'devlet disiplinine' dahildiler. Bu İngilizler ki; ''dünya hakimiyeti'' için Londra'nın kenar mahallerinde bile küçük kız çocuklarına açlıktan domuzların yiyeceğini çaldıran, kolluk kuvvetlerinin çıkan bir mahalle isyanında '(isyancıları)kesin, kestiğiniz kadar verginizden düşecek!' anlayışıyla hareket eden ve bu sadece kendi öz vatanlarındaki uygulamaları olan İngilizler'dir. Bir de bunların dünyadaki milyonları sömürüp o gücü Çanakkale'ye püskürtmesini tasavvur edin. Üstelik Abdülhamid Han'ın tasfiyesinden sonra 'başsız kalan gövdenin' başarısıdır bu sadece. Abdülhamid Han'ın hakanlığı ile strateji seviyesi yüksek olabilecek bir Osmanlı'da dünya savaşı süreci -savaşa aynen girilerek, belki girilmeden, belki de bölgesel müdahalelerle- çok karlı da atlatılabilirdi. Abdülhamid Han'ın tasfiyesinin Osmanlı'nın tasfiyesini hızlandırdığının ispatı olarak; hafiye teşkilatının eksikliğine ve bu sebeple Osmanlı coğrafyasında cirit atan düşman ajanlarına rağmen Osmanlı, ordusunun komuta kademesi dahil, bütün her şeyiyle bir dünya savaşını sağ salim atlatmıştır. Şimdi dünyadaki teknolojiyi de aynen takip eden bir Osmanlı devletinin hali nerede, bırakın teknolojiyi, onun 'devlet disiplininden' ufacık bir kırıntı bile taşımayan kukla ''devleçikler'' nerede? Bugünkü hali de ortada olan bu ''devletçiklerin'' Osmanlı'nın yenilgisi üzerine halklarını yozlaştırmak, onların içtimai hayatlarını çürütmeye çalışmak üzere icat edilmiş 'makineler' olduklarını idrak etmemiz gerek. Bu makineler bölge haklarını işleyerek onları siyonistlere ve emperyalistlere karşı dirençsiz hale getirmeye çalışıyor.

1967'de ataletten dolayı atıl ve anca Yemen iç savaşında Yemen insanına zarar verme kabiliyetinde olan ''Mısır hava kuvvetleri''  büyük oranda imha olur. Müttefik ''devletçiklerin'' hava saldırıları ise israil yapısınınki gibi, israil açısından milli olarak yıllarca hazırlanan bir 'motivasyondan' eksik olduklarından ve tabi ki 'devlet disiplininin' eksikliğinden olsa gerek etkisiz kalır. Mısır ordusu; en iyi ihtimalle, yani hainlik ihtimalini boş verelim, bir Osmanlı komutanı olmayan ordunun bir numarası Abdülhakim Amir'in emriyle Sina'dan geri çekilir. Durumundan çekinen komutanın tarihte verdiği askeri kararın doğruluğu ya da yanlışlığının şu an, en azından bizim, elimizde olmayan veriler yüzünden test edemiyoruz. Zaten baştan aşağı büyük bir hata olan sistemlerin günahını tek bir kişiye yıkmak da olmaz. Ancak yazımızın ana fikri olan sözlere dikkat kesilelim, bu coğrafyanın halklarında değildir sorun. Başlarında devlet diye geçinen yapılardadır ve bu halklar onları tasfiye etmediği kadar suçludur. Bizde de 'ne zaman adam oluruz-AB'ye girmeyi hak etmiyoruz' gibi anlayışlar kadar adaletsiz-zalim anlayışlar yoktur her halde. Bu tasfiye etmemiz gereken yapıların belki de  taammüden neden oldukları 'sosyal darwinizmden' kurtulmamız gerek. Mısırlı askeri analist Hüsam Sveylem, okumayı bilen için, bir 'sistem sorununa' dikkat çekiyor: '' Biz bu savaşta kandırıldık. Komutanlarımız adına utanç duyduk. Mısır ordusu savaşmadı, biz yenilgiden sorumlu değildik fakat dağlar kadar keder ve ıstırap çektik.'' 


Bizdeki 'makineleri' de tasfiye etmediğimiz müddetçe başımızın belada olduğunu ve Osmanlılaşmak zorunda olduğumuzu idrak etmemiz gerekmektedir...