Ülkemizin
bazı kesimlerinde malum bir terör örgütü ülke gençlerimize devletimizden daha
yakın durmaktadır. Onlara devletimizden daha sempatik ve karizmatik gelmekte
hatta bu gençlerden çoğunun devlet memuru olanlarında bile bu durum
gözlemlenmektedir. Ne yazık ki yeni nesillerde bu neredeyse istisnasız gibi bir
hal almıştır. Bunun sebebi o terörist çete ile oradaki insanların yalnız başına
bırakılmasındandır. Bu durumu ben şu şekilde incelemek istiyorum:
MİT’in ‘’feodal sistemi’’ kırmak için
bir örgüt kurması ve neredeyse hemen sonra o örgütteki inisiyatifini kaybetmesi: Bu sistem bozukluğundan kaynaklı
devletin en yoğun olduğu-olması gereken bir birimin teoriden pratiğe kadar
yanlış bir harekette bulunması dikkat çekiyor. Oradaki halk o ‘’feodal’’ denen
yaşam tarzı ile binlerce yıl yaşamıştır. Onların yaşam biçiminin bu kadar net
şekilde hedef alınması bir kere o zamanki devlet sistemimizin insanının yaşamı
ile kavgalı halini gösteriyordu (bakabilirsiniz: ‘’ Türkiye’nin Dikkatine
Sorular, Arayışlar ve Notlar-Dersim Travması: http://trosmtr.blogspot.com.tr/2014/06/turkiyenin-dikkatine-sorular-arayslar.html ‘’ ) ‘reform ve ıslah’ çabalarının
amaçları halkın kültürünü hedef alma amaçlı olmamalıydı. Bununla birlikte o
önce kurup sonra da hemencecik inisiyatifi kaybetme durumu ise diğer sistemsel
bozuklukların reaksiyonunu göstermektedir. Tabi bunun önüne geçmek adına 90’lı
yıllardaki (iyi niyetli memurlar haricindekileri kastediyoruz) ‘’müdahaleler’’ bir
devlet sistemi yüzünden bir devlet ile vatandaşının nasıl birbirinden uzaklaştırılabileceğinin
ve birbirine küstürüleceğinin hikayesiydi. Zira sağlıklı bir sistemde bir
istihbarat örgütünün en başlıca görevi adam kaldırmak olmaz. Şunu tekrar
belirtmek gerekir; iyi niyetli işlerin ve memurların haklarını vermeliyiz. Aslında
JİTEM bir Teşkilat-ı Mahsusa mantığı da taşıyordu: Teşkilat-ı Mahsusa’nın
tarihte öne çıkan gerçek özelliği ‘çete
savaşı’ formasyonuyla hareket eden bir mücadele olmasıydı. ( Bunun için kaynak
olarak ‘’Derin Tarih’’ dergisinin birinci özel sayısına bakabilirsiniz.) Ancak
sistem bozuk olur ise bu devlet faaliyetlerine ve amir-memur ilişki ve davranışlarına
da doğrudan etki eder. Daha sonraki süreçlere baktığımızda ise ‘’çözüm sürecinin’’
en önemli hatalarına rastlıyoruz; oranın halkını, sorunlarını ve muhatabı o
örgütten ibaret sayma ve orada demokrasi ve özgürlük adına (!) güvenlik
güçlerini pasif duruma getirme. Olur şey değil! Devleti ceberut halinden
arındırayım diye güvenliği savsaklamak! Yine bir sistem bozukluğu da işte
kendini burada ele verdi; devlet sitemimizin ‘ince ayarı’ yok, bu güvenlik ve özgürlük
durumlarının; çeşitli tarihsel-sosyolojik ve daha çok bunlar kaynaklı sistemsel
nedenlerle ortasını bulamıyor. Oysaki ikisi hiçbir şekilde birbirinden ayrı düşünülemez
zira bütün hakların kaynağı yaşam hakkıdır. Bir örgütün oradaki insanlara
zulmetmesi; onların çocuklarını kaçırıp durması, onları öldürmesi, yakması,
kesip-biçmesi, oy haklarına el koyması düşünülemez. Yaşam: güvenlik; insan gibi
yaşamak için devlet teşekkül ettirip onun imkanlarından faydalanmaktır. Yapılan
ise içtimai hayattan devlet disiplinini çekmek olmuştur. Karşılığında ortaya
çıkan zulüm ve kaos ortamına şaşırmamak gerekir.
Yukarıda
irdelemeye çalıştığım üzere örgütlerden ziyade devletimizin bütün vatan
topraklarında karizmatik ve sıcak bulunması için gerekenler yapılmalıdır.
Devlet sisteminin ‘yazılımı yeniden kodlanmalıdır’. Arması bile olmayan bir
devlet anlayışından kurtulunarak; halkının kültürü ile kavgalı olmayan ve bu
şekilde gerçek manada milli olan ve karizmasının da çoğunu buradan alan bir sistem
inşa edilmelidir. En başta tarihimizin moralimizi bozmak için değil de moral
değerimizin artırmak için kullanmalıyız. Tarihimize sağlıklı yaklaşmalıyız.
‘’Hasta adam’’ travmasından kurtulmalıyız; ne yani birine çamur atılınca onun
hakkında söylenen gerçek mi olurmuş! Tabi bunu okullara aksettirmeliyiz; Güneydoğu
Anadolu bölgesinin bin senelik hem de gurur duyulacak bir tarihi var
Anadolu’nun diğer bölgeleriyle…
Nasıl
olabileceğine dair spesifik örneklerle sonlandırmak istiyorum. Geçende bir
abimiz bana şöyle bir şey söyledi: ‘ şimdiki gençler Mao’yu, Lenin’i kendi
tarihindekilerden daha iyi biliyor!!’, bilirler tabi; ansiklopedilerde hep
onlar anlatılıyor dedim ve ayrıca şu pek bilinmeyen misale de değindim: Mareşal
Fevzi Çakmak Paşa Sakarya Meydan Muharebesi’nin kilit ismidir. Mustafa Kemal’in
de umudu kırıldığı bir anda devreye girmiştir, Mustafa Kemal de çekilme
taraftarıdır ancak Mareşal Fevzi Çakmak savaş halinde durumun değişebileceğini
belirtir ve ordunun bulunduğu konumu muhafaza etmeye devam etmesini telkin eder.
Daha sonraki zamanlar Mareşal Fevzi Çakmak Paşa bir an ortadan kaybolur. Hiç
kimse kendini bulamaz, ararlar tararlar ama nafile. Bir müddet sonra; cephenin
en ön saflarında askerin yanında hem onlara taktik verdiği hem de siperde Kur’an
okuduğu haberi gelir. Evet Mareşal Fevzi Çakmak ve hikayesi Anadolu insanının
etrafında toplanacağı kadar dramatik ve karizmatik değil midir? Şimdi
düşünüldüğünde o dinsiz örgüt mü sıcak gelir gençlerimize yoksa ordumuz,
tarihimiz, mücadelemiz mi? Demiştim ki: ‘Mareşal siperde Kur’an okurken,
emirler verirken, Anadolu insanı mücadele verirken; teması bu olan bir tablo
çizdir, sonra bunu da ders kitaplarına koydursana, çocuklar okusun-baksın, bu
şekilde öğrenir kendi tarihini, isimlerini!’ Tabi dip notu düşelim: Mareşal
Fevzi Çakmak’ın ismi resmen silinmiştir tarihimizden!! İşte devlet sistemimiz milli olsun derken bunu
kastediyorum, bu milli hikaye ve ismin üstü neden kazınır?
Başka bir
misal Prof. Yusuf Kaplan her şeyini kaybetmiş bir millet olduğumuzu söyler. Kültürümüzden
ve tarihimizden uzaklaştırıldığımızdan bahseder. ‘Arabesk ile yurobesk arasında
yuvarlanıp gittiğimizi’ bu kültür travması yüzünden de bir film bile
çekemediğimizi söyler. Bizim bu durumumuzun aksine bir örnek verelim. Amerikan
filmleri ve oradaki Amerikan propagandasını bilirsiniz. Amerikan polisi, askeri,
FBI vb. karizmatik şekilde anlatılır, Amerikan bayrağı kullanılır ve bunu kaba
bir şekilde de yapmazlar. Mesela The Wolf of Wall Street filminde dolandırıcı
karakterin yoldan çıkması ve insan fıtratına zıt-şeytani yaşam biçimi
seyretmesi, filmi izleyen insanı neredeyse boğacak bir hale getirdiğinde, film
FBI’ı adeta bir kurtarıcı gibi devreye sokar ve izleyeni rahatlatır. En azından
bende böyle olmuştu; filmdeki bu nüansı bize kıssadan hisse olarak almıştım.
Anlatmaya
çalıştığım üzere mesela Kıbrıs Türklerinin de Türkiye’yi pek sevmediğinden
bahsedilir lakin bizim vatandaşımıza ne kadar sevdirebildik ki??
‘’ Türkiye Osmanlı Türkiye‘’