21 Eylül 2012 Cuma

OSMANLI'YI FATİH'İN TOPUNU TAKAS ETMESİ YIKTI

''fatih dönemine ait olduğu kesin olarak bilinen tek top, üzerindeki kitabeye göre, recep 868 (mart 1464) tarihinde ali usta tarafından dökülmüş olup halen ingiltere'nin portsmounth şehri yakınlarındaki fort nelson müzesi'nde sergilenmektedir. teknoloji tarihçileri bu topun çağının çok ilerisinde bir teknikle hazırlandığını ve dönemine göre mükemmel bir silah olduğunu belirtiyorlar. ayrıca olağan üstü bir yapılışta olup topu ve kalıpları yapan ustanınson derece yetenekli ve iyibir teknoloji bilgisine sahip olduğunu ifade ediyorlar.

askeri tarihçiler, ingiltere'deki topunson derece hassa bir çalışma sonucunda üretildiğini, 60 cm. çapındaki bir topun birbirne vidalanabilmesi için yüksek mekanik bilgisive ayarı gerektiğini, her iki tarafın da aynı hassaslıkta döküldükten sonra ancak birbirine vidalanabileceğini, vida ve somun kısmı arasında hiçbir şekilde boşluk kalmamasının çok mühim olduğunu belirtiyorlar. uzmanlar, dişlilerin arasında boşluk kalması durumundabarutun ateşlendikten sonra patlamasıyla ortaya çıkan gazın bu arada dışarıya çıkabileceğini ve güllenin gücünüazaltacağını ya da bazen topun kendisinin infilakına sebep olacağını ifade ediyorlar. (bizde askeri tarihçi var mı,bilmiyorum. ama eminim ki bu 'ulaşılmaz' ifadeler olsa olsa batı tarihçilerinindir. şöyle: şimdi söyleyeceklerim topun ve ustanın kalitesini düşürmez ama; insalığın çok eski bir medeniyet tarihinin olduğunu anadolu, islam, fars medeniyetlerinden ve o zamanlardan 1464'e kadar bizim coğrafyada ve dünyanın bir çok yerinde medeniyetlerin modern zamanlara taş çıkaracak teknolojileri, ''alternatif tıpları'', batıda en fazla garnizon-'city'olabilen yerleşim yerlerini kat kat katlayan şehirleri vs. bir medeniyetlerinin geliştiğini belirmek zorundayım. top çağın elbette ilerisindedir ancak bu cengaveri bizi medeniyetimizden koparmak için bizden mutlaka ama mutlaka almayı ,müstemlekeler nazırlığında planlayarak, dünyada ancak -bugün bile sadece bir 'medeniyet' olabilmiş- avrupa milletlerinden; ingilizler yapardı... anlatım tam karşılamadı, ama fikri verebildiğimi düşünüyorum... a.b.)

avrupalıların her zaman dikkatini çeken ve uzun yıllar kilidbahir kalesinde, çanakkale boğazı'nı geçmeye kalkan düşman gemilerine karşı kullanılan bu top, 1807 yılında boğaz'ıgeçmek üzere gelen ingiliz sir james duckworth'un kumandasındaki donanmaya karşı kullanılmıştı. bu esnada ingiliz kumandanların dikkatini çekmiş, topun ingilterye alınabilmesi için diplomatik girişimlerde bulunmuşlardı. londra'daki the foundation of the royal artillery institution'ın sorumlusu genral sir henry lefroy, 1855'te kırım savaşı sebebi geldiği çanakkale'de bu efsanevi topu görmüş ve ingiltere'nin istanbuldaki konsolosu mr. calvert'ten topun alınmasını istemişti

mr. calvert 1857 yılında bab-ı ali'ye bir mektup yazmış ve bu topu istediklerini ifade etmiştir. ancak bab-i ali bu isteğe olumsuz cevap vermek yerine, sanat değeri yüksek geç tarihli bir başka top teklif etmiştir.. lefroy, 2 parçalı topun alınmasından vazgeçmemiş ve hurda değeri olarak bab-ı ali'ye o zaman içinçok yüksek bir meblağolan 1100 sterlin teklif etmişse de hazine tarafından kabul edilmemiştir.

avrupanın en önemli topu
ancak lefroy'un teklifi tamamen göz ardı edilmemiş ve para yerine biri 25 cm., diğeri 20 cm. armstrong tipi top ile 2 parçalı topun ingiizlerler takas edilmesi uzun müzakereler sonucunda kabul edilmiştir.''

''bu eşsiz topun ülkemize geri getirilmesi için tarafımızdan yapılan çalışmalardan, top osmanlı sultanı tarafından hediye olarak verildiği için maalesef sonuç alınamamıştır. ancak bugünkü ingilizlerin de topa gereken önemi vermediklerini görüyoruz. (sacaba gerçekten ingilizler daha sinsileşmedi de; norman stone'nin belirtiği gibi ''...2012'de ise bunlarla mukaese edilebilecekbirileri ya da birşeyler yok'' mu? gene de dikkat!) öyleyse topumuzu geri istiyoruz diyelim hep beraber!'' doç. dr., fatih üniversitesi fen-edebiyat fakültesi felsefe bölümü öğretim üyesi salim aydüz; derin tarih sayı 6 eylül 2012 syf. 92-93

osmanlıya kıyasıya saldıranlar yüzünden hiç içten bir osmanlı eleştirisi yapmamıştım. şimdi yapıyorum: bu 'top' (maneviyat, medeniyet, osmanlı) satma olayı kabul edilebilir değil. işte osmanlıyı bu yıktı: kendine güveninden, başarılardan gelen sebeplerden dolayı zaferi 'ayrıntılarda' aramadı. oysaki bu 'top' 'ayrıntısı' jön türkleri, enver felaketini ve onun orduyu-osmanlının geleceğini almanlara 'emanet' etmesine sebep oldu...

ve bugünkü ingilizler gereken önemi vermiyor, ancak tek tırnaklı bir medeniyet oldukları için haketmiyorlar da biz çok mu hakediyoruz. biz: erbakan'ın; ''allah'ın teknoloji nimetiyle kendini gelişmiş zanneden ülkeleri yakalama'' düsturlu hava sürtünmesi sıfıra yakın füze projesini ona yaptığımız post modern darbeyle (ya da darbeyi engelleyemedik; her türlü suçluyuz!) sabote edip ingilizlerin bziden önce yapmasına neden olan biz...

1. dünya savaşında osmanlı ordusu ve askerinin gücü

1. dünya savaşı'nda osmanlı ordusu, bu büyük ve birçok cephedeki savaşı alnının akıyla atlatacak kadar güçlüdür...
genel yanlış algıyla zannedildiği gibi batı karşısında korkunç bir ezikliği asla yoktur. hatta osmanlı'nın 'çöküş dönemi' diye hatalı bir adlandırma yaptığımız çöükş döneminde bile bu böyle değildir; osmnalı'nın ingilizlerle bozuşmasının ardından almanlara yaklaşmasıyla orduya yıllar yılı süren bir alman modeli aşılama süreci başlamıştır. alman askeri müfredatı hannibal'in müthiş askeri sanatını örnek alır; kuşatma tekniklerini bu düsturda uygular. (alman modelinin muhteşemliği diye kesin bir şey de yoktur ama osmanlı yapması gerekeni; düşmanının silahıyla silahlanmayı ve ona cevap verebileceğini düşündüğü düstur'u uyguluyor...) Ani hucüm, siper kazma, menşei osmanlıya ait; balkan savaşlarında ve birinci dünya savaşında kullanılmış, ikinci dünya savaşında tüm devletler tarafından taklit edilmiş ''üçlü alay sistemi'' , osmanlı askerinin -üzerinde özenle durulan- tüfek nişancışığı, osmanlı kurmay subaylarının çok iyi yetiştirilmiş uzman askerler olması, anadolu insanının gücü-dayanıklılığı ve bunun üstüne çok hızlı bir şekilde seferberliğe hazırlanması (bu da profesyonelliğin ve kalitenin göstergesidir) osmanlı ordusunun bu büyük savaştan alnının akıyla çıkamsını sağlıyor... savaşın ilk zamanlarında ingilizlerin osmanlının isteksiz ve tecrübesiz arap askerlerine karşı kazandığı kolay zaferler onların osmanlıya ve ordusuna karşı hatalı (bugün de bizim ersmi ideolojinin yediği halt) sosyal darwinist yaklaşım daha da pekişiyor ve onları çanakkalede ve kutü'l ammare'de felakete sürüklüyor...

oysa o yıllar bir ingiliz ast subaylarının (uzman ''nco'' kadrosu bir eşi dünyada yok denir bugün bile; osmanlı ordusu işte böyle bir dünya evinin muhteşem ordusunu felaketlere sürükleyecek kadar güçlüydü...

çanakkalede ise (mucizeler peygamberler devrinde mi kaldı bilmiyorum ama galiba) mucizelere bağlanan zaferimizn şifreleride işte bu bahsettiklerimde gizlidir; sanıyorum çanakkalede mucizelerden çok osmanlı kurumsal devletinin yıllardan gelen kalitesi ve kendini yenileme kabiliyeti vardır: yıllardır oturmuş alman modeli, boğazlar için alınmış ağır toplar, osmanlı subaylarının kurmay zekaları ve erlerimizn kalietsi, dayanıklılığı...

bizi 'ağlatan' müttefik zırlılarının mayınlara çarpıp hezimete uğraması olayının arkasında da osmanlı subaylarının harika bir icraatı mevcuttur; mayınlar boğaza paralel olaark döşenir, bunun yanında bir mayın hattı kıyıya yakın ve boğaza dik olarak döşenir. paralel mayınlardan kaçan düşman zırhlılarını gafil avlayan bu hattır...

ilahi müdehaleler hayatın her noktasında elbette vardır fakat osmanlı tarihindeki bu çarpıtmalar bizi tarihimizden koparır ve bir imparatorluk tecrübesinden ancek çok az bir verimle faydalanmamıza sebep olur...

evet osmanlı ordusu bu büyük savaştan alnının akıyla çıktı. osmanlıyı yıkıma götüren süreç ise ilk diktatörümüz enver paşanın yüksek stratejideki beceriksizliği oldu: osmanlı askeri çıkarlarıyla hiç alaksı olmayan galiçyaya ordular gönderdi, iki defa iranı işgal etmeye kalktı, ruslar karşısında osmanlıya asker ve zaman kaybettiren büyük bir kumar oynadı (ve bu sarıkamış değildir; sarıkamış hiç sikayet etmeyen erlerimizizn karda 75 km'lik yürüyüşüyle gücünü ve iyi hazırlandığını ispatlayan, neredeyse başarılı olacak bir harekattı. kayıp ise zannedildiği gibi 90.000 değil 30.000 di) ve orduyu hardacadı. ancak buna rağmen tümenler ve ordunun komuta kademesi bozulmadı ve bu savaşta iyice pişen uzman kurmaylar ve ordu istiklal savaşında başarılara imza attı...

kaynak: sık sık bu kaynaktan örnek veririm beni mazur görün ama bize herşeyler özellikle yanlış öğretildiği için sadece bir kitapla tarihimiz hakkında bize öğretilen birçok yanlışı keşfedebiliyorsunuz; ''dünya savaş tarihi 1. dünya savaşında osmanlı / edward j. ericson''. kitap güvenilirliğini savaşa bir avrupalı-sosyal darwinist bakış açısından bağımsızlığıyla ve yazarın işindeki uzmanlığından alıyor...

5 Eylül 2012 Çarşamba

Emre Uslu’nun ‘’Kürt sorunu biter mi? (2)’’ Yazısına Cevap

'Network' kavramı önemli olabilir ama Türkiye'deki hiç bir sorun batıyla ,tam olarak, örneklenip sağlanamaz, devlet, coğrafyra, insanlar, medeniyet, anlayış çok farklı çünkü...  ''Kürt meselesini çözme iradesini gösteren bir siyasi ortamda pkk savaş etse bile toplumsal desteğini yitirir'' demokratikleşmedeki amaç zaten pkknın marjinal olduğunu ortaya koymak olacaktır; bizdeki Allah korkusu ve vicdan ‘post modern insan haklarından’ daha esaslıdır, İskoçlar gibi silah kullanmadan neredeyse bağımsızlık örneği varken pkk kadük kalacaktır; ancak iskoç örneğini değerlendirirken yine ülkemize özgü şartları göz önünde bulundurmak gerekecektir; Kürtler’de İskoçlar’daki gibi ayrılmak fikri büyük yankı bulmayacaktır, hem İstanbulda hem Diyarbakırda evi bulunan kürtler; mesela bunlar için ayrılık fikri kabul edilebilir değil, ya da diğer akıllı çoğunluk için de İstanbuldan, batıdaki hastanelerden, yaşamdan, üniversitelerden; Türkiye'den vazgeçip İran, Irak ve Suriyeyle ve pkk çetesiyle başbaşa kalmak fikri hiç te hoş değil...
Bir filimle ',Cesur Yürek', İskoçler neredeyse bağımsız olabilecek bir hale geliyor, aynı 'küreselleşme' bilgiye, insana, bir yere, bir mala kolay ulaşma Kürtleri Türkiye'ye sıkıca bağlıyor; ülkenin ve insanların kendilerine has şartları, coğrafya, medeniyet...
İşte bu yüzden; toprakları iyi bilen İngilizler için Osmanlıyı yendikten onu medeniyetinden kopararak yapılandırmak, ona yön vermenin tek şartıydı...

4 Eylül 2012 Salı

PKK MESLESİ ASLINDA AFRİKA MESELESİ

Ülkemizin kronik sorunları malumunuz; Ermeni sınırı, Yunaniztan ve diğer komşularımızla -aslında zaman zaman ‘idolojik zıtlık’tan çıkıp pragmatikleşmesiyle; zaten bazı güçlerin pragmatik oyunları olan - ‘ideollojik’ çatışmalarımız…
Bu zaman zaman pragmatikliğe kaçan durum örnek olarak mesela; Suriye’nin ve İran’ın, pkkya verdiği destek görüntüsünde, daha büyük güçlerin ülkemizi kronik sorunlarına boğması…
İran’nın pragmatik tikleriyle; pkkya verdiği kendi çapında destek, bize ‘’attğı kazıklar’’ vs. uzun vadede onların zararına ve İran aslında kendi kuyusunu kazıyor. Dünya’nın elinden İran’ı Türkiye ve Brezilya kurtarmıştı oysaki ve Arap Baharı’nın İran’ı ne kadar vuracağı bile, Mahir Kaynak’ın değişiyle İstinat noktası, Türkiye’ye bağlı. İran işgüzarlıklarıyla, Türkiye karşısında yaptığı pragmatik tikleriyle akıntıya karşı kürek çekiyor; konjektörün ve zamanın arkasında olduğu Türkiye’yi nakavt edebileceğini sanıyor.Oysa geleceğini kısa vadeli çıkarlarına satmayıp Türkiye gibi işbirliğine yanaşsa hem Türkiye hem İran büyük kazançlar elde etmiş olacak; tıpkı şimdiki Almanya ile Rusya yakınlaşması gibi. Almanya’nın bu duruma benzerliği şurda: Almanya Rusya’ya hatta hiçbir devlete karşı pragmatik davranmayıp bölgeseden ziyade küresel oynayıp Rusya’ya yakınlaşıyor; tabi bunu yeni Türkiye’nin oluşmasını önlemek, rakibini frenlemek için yapıyor. İşte tam da burada İran bahsettiğim tavrıyla Türkiye’nin küresel rakiplerine perde oluyor, bununla birlikte burada İran kendi kuyusunu kazıp  ilerki zamanlarda-uzun vadede bizi ABD ile bölgesel anlamda daha çok karşı karşıya getirmeye zemin hazırlıyor…
Suriye’nin içerde büyük sorunlar varken pkkyı kullanarak Türkiye’yi karşısına alması mümkün mü? Suriye’nin bu yolla kendini kendini Türkiye sayesinde meşrulaştırmak bununla da kendini kurtarmak istediğini söyleyenler var ama oysa Suriye’ye ne Türkiye ne de dünyadan başka bir devlet şimdilik müdehale edemiyor. Anlatmak istediğim Suriye neden olabilecek bir müdehaleyi erkene çeksin? Ya da cevabını aradığm: İran’ın bu pragmatik tiklerinin arkasına komşularımızdan daha büyük güçler mi saklanıyor?
ABD, istinat noktası Türkiye, Rusya dengesine karşı Derin Avrupa (daha çok Almanya) ve Çin     
ABD’nin Avrupa’yı ve Çin’i Enerji yollarından geleceğin iş merkezi Afrika’dan uzak tutmaya çaılştığı gerçeğini biliyoruz ve bunu sağlamak için küresel müttefik ( bölgesel anlamda olmayabilir ama ve buna dikkat ediyoruz; mesela tikli komşumuz İran’a sabır gösterip iş birliği yapmaya çalışıyoruz; yapmazlarsa kendi zararlarına…) Türkiye’ye ve kullanışlı düşmanı Rusya bloğuna muhtaç olduğunu…
Almanya işte tam da bu yüzden yeni Türkiye’yi asla istemiyor. Yeni Türkiye: Osmanlı hinterlantını kullanan ve bununla Çin ve Almanya’nın önüne set çeken bir siyaset…
Tabi biz düşmanın büyüğünü komşularızmızda değil de daha uzakta , Emre Uslu ve onun MİT’çi diye yaftalağı Sabah Gazetesi çalışanları arasında danışıklı dövüşe benzer atışmalarında aradığımız zaman.Emre Uslu’yu sevmem; 10 kere devletimin bir kurumuna sövüp bir kere bu MİT’in iyiliği için diyen adamı sevmek zorunda değilim. Sabah Gazetesi çalışanları ise yanlış yönlendiriliyor olabilir diye düşünüyorum; MİT’çi gibi gözükerek Emre Uslu’ya ve –özellikle dikkat edin- ,şunu diyip, ‘’Türkiye’de yakalanan İranlı ajanların pkk ile görüntüleri ortaya çıktı. Mit sabahtaki itlerini Emre uslunun üzerine tekrar saldi. Ne tesadüf’’ diyerek Alman sevindiren Mehmet Baransu’ya malzeme çıkararak…
Evet pkknın bitmeyişinin sebebini idelojik prangalarından kurtulamayan beyinlerimizde, pragmatik İranla asla olmaz;Ermeniler Azeri topraklarından çekilmeden asla sınır açılmaz gibi vs. ön yargılarımızda aramalıyız; Alman-Azeri*-İsrail sıkıfıkılığında, Azerbeycan’ın Türk dizilerini yasaklamasında aramalıyız, açılamayan Ermeni sınırında aramalıyız. Şu ön yargılarımızda aramalıyız: ‘’molla, pragmatik ve bize zararlı –ki uzun vadede hiç te öyle değil- İran’’, ‘’Ağrı’da Doğu Anadolu’da gözü olan Ermenistan’’, ‘’Hatay’ı kendi haritasında göstern Suriye’’de, zaten bu sorunlar çözülmesin diye kullanılan pkkda…
Ve bu önyargılarımızı kullanıp yeni Türkiyenin önünü kesmek amacıyla deli  komşularımızın arkasına saklanan Almanya’da …
Ne Yapılmalı?
Büyük güçler tarafından kendisine asla verilmeyecek şeylerin hayliyle kendisine Azeri halkına ve Türkiye’ye zarar veren Ermenistan ne yapılıp edilip ikna edilmeli…
Mesela dağılan AB’den, batmış ,Yunanistan’ın idolojik saplantılarına rağmen,  Yunanistan ve İtalya’yı kurtarıp onlarla işbirlğine giderek küresel çapta etkili bir ‘model’ kurulabilir…
Mesela ‘tikli İranı’ yine badirelerinden kurtarıp ona sabırla, gerektiği zaman da ‘ısırganca’ yaklaşılabilir, verilebilecek birçok örnek var; yani Osmanlı hinterlantına sahip çıkılıp düşman için pkk aracı gerksiz, etkisiz hale getirilebilir, bu iş küresel meseledir ve ancak bu şekilde biter.Pkk ancak ve ancak bu şekilde biteceğini yapılan bütün iyileştirmelere rağmen şiddetin dozunu artırarak ispatlamıştır…
Yok İran’nın bize attığı ‘’kazık attı’’, ‘’kurnazca nanik yaptı’’, yok bu yüzden Heronlardan  yani anlık istihbarattan eksik kaldık (eylemi önlemede kullanılmaz anlık istihbarat…) ve diğer dünya ülkeleri 19.000 iha.lık filolara sahipken; neden ‘’iha. projemiz gecikiyor’’ gibi bir yapıcı eleştiriden çok,’İsrail baba’ bize Heron vermeyecek öldük bittik gibisinden saçmalayarak ‘Emre Usluluk’ yapacaksak , ‘’beceriksiz, komik MİT’’ şeklinde, İranla ilişkiyi keselim vs. şeklinde takılmaya devam edeceksek bu pkk kıyamete kadar sürer…
*Ve tarihten ilginç bir örnek sadece Azerbeycan değil, kafkasya; Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’nda müttefiki Osmanlıy’la nerdeyse savaşacak kadar kafkasyayı sevdiğini biliyormuydunuz, Edward J. Ericson’un Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı kitabından syf.201: ‘’…Rus ordusu 1917 sonbaharında Kafkaslar’da askerlerinin kuvveti kalmayıncabir bakıma ‘kendi kendini cepheden çekti’. Ruslar ordularını çektikleri için yeni bağımsızlaşan Ermenistan, Azerbeycan ve Gürcistan devletilerininorganize edilmesiyle oluşan zayıf federasyon Türklerle karşı karşıya bırakıldı. Ruslar Almanlarla Brest-Litosvk’da devam eden barış müzakerelerinde kendilerini kurtarmaya odaklanmışlardı. Bu yeni doğan  Kafkas cumhuriyetlerinden hiç birinin barış masasında temsilcileri olmadığı gibi Ruslar da onların güvenliklerini emniyet altına alacak her hangi bir çaba göstermediler. Ocak 1918’de Brest-Litovsk Anlaşması uygulanmaya başlandığında bu ülkelerin ne varlığı garanti altına alınmıştı; ne de Türkler onların toprak bütünlüğünü gözetmek zorundaydı. Bu Kafkaslarda ciddi bir iktidar boşluğu yaratıyordu…’’ Almanlar ise bu durumdan çok rahatsız olmuşlardı, görünürde, güya, Osmanlı’nın Kafkasya’yı işgali Brest-Litovsk’u tehlikeye atacaktı ama sayfa 201’de bunun yersiz olduğunu anlıyoruz; bu doğrudan Almanya’nın Kafkaslardaki emelleriyle ilgili olabilir, belki de Lenin’in Alman ajanı olduğu gerçeğiyle… Syf. 205-206: ‘’…Barış görüşmeleri tekrar 11 Mayıs 1918’de Batum’da başladı; fakat Vehip Paşa bugün Gürciztan olrak bilinen toprakların  büyük bir bölümüne sahip olmak istediklerine dair bir ültimatom verdi. Bir yandan delegeler konuyı tartışırken diğer yandan delegeler 3. Ordu durmaksızın ilerlemeyi sürdürdü
 Almanlar özellikle Türklerin taleplerinden rahatsız olmuşlardı ve Türklerin eski Rus topraklarında durmadan ilerlemeye devam etmesinden hoşnut değillerdi (Osmanlı’nın Kafkasların içlerine doğru yayılmasını Brest-Litovk Anlaşması’nın ciddi anlamda ihlali olarak göriyorlardı). Ne yazık ki Almanlar ittifak politikası yüzünden Türklerle etkili ilişkilerini devam ettirmek zorundaydılar ve Türk akınlarını durdurmak için hileli yollara başvurdular. Albay Kress von Kressentein Türk 8. Ordu görevinden ayrıldıktan sonra Alman diplomat Count von Schulenberg ile birlikte Tiflis’e gönderildi. Bu iki Alman mevcut problemi alışılmasık yoldan ama olabildiğince yaratıcı bir biçimde çözebilmek için Trans- Kafkas Federal Cumhuriyeti’nin  teyakkuza geçmiş liderleriyle hızlı şekilde müzakerede bulundular.
 27 Mayıs’ta federal cumhuriyetin Gürcü temsilcileri bağımsız bir Gürcistan devleti kurulacağını duyurdular. Kress ve Schulenberg de yeni kurulan bağımsız Gürcistan devletinin Alman mandasında olacağını bildirdiler. Türkler çok kızmışlardı, Vehip Gürcistan’ın hemen işgal edilmesini haber verdi. Alman nüfusu Gürcistan’da etkisini neredeyse hemen gösterdi, her yerde Alman ve Gürcü bayrakları yan yana dalgalanıyorlardı. Hatta Alman ordusu piyade bölüklerinin bir kısmını deniz yoluyla Kırım’dan Gürcistan limanı Poti’ye gönderdi. Müttefiki ile arasında büyüyen anlaşmazlıktan dolayı harekete geçen Enver Paşa ve yeni Genelkurmay Başkanı Alman Genaral Hans von Seeckt tansiyonu düşürmek amacıyla görüşmede bulunmak için Batum’a gittiler. Türklerin kuzeye, Gürcistan içine doğru ilerlemesi Alamn baskısı sonucunda geçici bir süre durdu…  ’’ Şimdi de yine sayfa 206’dan acaip bir alıntı: ‘’…Ermeniler ve Azeriler ilerleyen Türk kollarına karşıu taaruza geçtiler ve Kurdamir yakınında bir savunma hattı oluşturmaya çalıştılar. Fakat Halil’in 5.Tümeni Bakü’ye doğru atağa kalktı ve 27 Temmuz’da şehre hakim mevzileri ele geçirdi…’’ Alıntılarla anlatmak istediğim Azericiliğin daha doğrusu Aliyevcilik’in Almancılıktan pek te farkı olmadığı…

Tehlikeli ‘’Alman Aklı’’   yazıma da bakabilirsiniz

14 Ağustos 2012 Salı

Nedir Bu MİT-Emre Uslu Olayı?

( http://www.stargazete.com/politika/mit-cemaat-raporu-haberi-halki-kin-ve-dusmanliga-sevkediyor/haber-664515 )   Bu haberi polisci-cemaatçi (!) Emre Uslu'nun MİTçilikle (!) suçladığı Şükrü Küçükşahin'in http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21217083.asp yazısıyla birlikte değerlendirelim.Yazıda Şükrü Küçükşahin cemaat seçeneğini açık bırakıyor; üstü kapalı da olsa anlaşılır bir şekilde 'polis' seçeneğine işaret ediyor (aslında bu yazının temel dayanak noktası bu: bu cemaate sızmış 'polis-cemaat' unsurlarının ayrımını tam belirtmemesi, soru işareti olan...); Emre Uslu'nun ise tam da burada saldırması önemli; cemaatçi-polisçi takılan yazarlar 'MİTçi takılan' yazarlarla kavgayı bir huy haline getiriyorlar; yıpratma kampanyaları olabilir...    
  
 AK Parti,MİT-Polis,Cemaat 'çatışması' , ''MİT'le birlikte Ak Parti dikdatörlüğü (!) mü?''

Şükrü Küçükşahin'i pek benzetemedim yazının MİT'e verebileceği zarar yüzünden 'MİTçiye' -bu arada mitçi olsa nolur ki hepimiz 007 hayranıyız ama...- ; hem göstere göstere MİTçilik de yapılmaz ,hem de ise MİT'in açtığı dava ortada... bi de insanın aklına Savcı Sayan'ın ''Sıradışı'' programında biraz karikatürüze olsa da haklılık payı var olan;değindiği yukardakine kısmen benzeyen, mealen belirttiği durum geliyor: dış güçler Kılıçtaroğlunun kalitesiz muhalefetiyle meydanı AK Partiye bırakıyor; bununla onu dikdatörlükle suçlayıp Türkiye'de 'Arap Baharı' yapacaklar! Bunun yukardakine tersten benzeyen yönü Kılıçtaroğlunun bilerek yap(tırıl)ıyormuşçasına kendini, partisini rezil edip durması.Bu Ak Parti'ye sahte bir 'güç' sağlıyor...

Bu yukardaki Emre Uslu-Şükrü Küçükşahin zıtlaşması danışıklı dövüş olmasa bile kurumları birbirine düşürüp zarar vermesiyle zararlı...

Emre Uslu  ise peşine takılanlar yüzünden ortalığı velveleye vermesi durumu için Kazım Karabekir'in hayatına bir göz atsın... Kazım Karabekir vatanın selameti için gerçekten zalim mahluklarla vatanı yıpratacak bir şekilde mücadele vermemiştir... Taraf gazetesinde de aynı yıpratıcı üslup; eleştiri sonuna kadar yapılır, kimsenin bir şey demeye hakkı yok ama kendisinin operasyon sahası olması gündeminin yoğunluğuyla ispatlı ülkemizde yıpratıcı uslup en zararlısı; tabi kötü niyetli olmayanlar için söylüyorum...

10 Ağustos 2012 Cuma

‘Erken Modern Çağ’ın Denizlerdeki Hakimiyet Mücadelerinden Türkiye’ye Örnekler

Kitabın yazarları:
CHRISTER JÖRGENSEN, dokrora derecesini Londra University College’dan aldı.İsveç askeri tarihi uzmanı olan Jörgensen,2.Dünya Savaşı’na ilişkin,aralarında ‘’Rommel’’ ve ‘’Scandinavia during World War 2’’ gibi kitapların bulunduğu çeşitli eserlerin yazarıdır.
MICHAEL F. PAVKOVIÇ, doktorasınıManoa,Hawaii Üniversitesinde tamamladı.Hawaii Pasific Üniversitesi’nde tarih profesörü ve Diplomacy and Military Studies Programs müdürü oalrak hizmet vermektedir.Antik dönem askeri tarihi üzerine yayınlar yapmıştır.Basıma hazırlanan bir dünya savaş tarihi kitabı yazarları arasındadır.
ROB S. RICE, Amerikan Askeri Üniversitesinde antik ve modern deniz savaşları üzerine dersler vermektedir.’’Oxford Companion to American Military History’’ ve ‘’Fighting Techniques of the Ancient World’’ kitaplarında bölüm yazarlığı yapmıştır.
FREDERICK C. SCHNEID, North Carolina,High Point Üniversitesi’nde tarih profesörüdür.Doktora Tezini Avrupa askeri tarihi üzerine hazırladı.Avrupa askeri tarihine dair birçok kitabı olan Schneid,Society for Military History güney bölgesi müdürüdür.
CHRIS L. SCOOT, Royal Historycal Society ve Guild of Battlefield Guides üyesidir. British Commission for Military History ve Battlefield Trusts için dersler vermiştir.Askeri tarih konulu çeşitli kitaplar yazmış ve Battlefield dergisinde editörlük yapmıştır. Guild of Battlefield Guides’ın kurucularındandır. 

‘Erken Modern Çağ’ın Denizlerdeki Hakimiyet Mücadelerinden Türkiye’ye Örnekler
‘Dünya Savaş Tarihi ERKEN MODERN ÇAĞ’ kitabından aldığım bazı notlar ve günümüze uyarlanabilecek durumlar,örnekler;donanmaların,kurumların,yöneticilerin,fark yaratan teknolojilerin kombinasyonları;
İnebahtı Savaşın’da Venedik için,Syf 221-227 arası:
‘’…Venedik Cumhuriyeti,doğu ticaretinden nemalanarak devletin dizginlerini elinde tutan girişimci ailelerin uğradığı zararı daha fazla görmezden gelemezdi.Bu kez mesele diplomatik yollarla halledilecek cinsten değildi…’’
‘’…Venedik filosu bu kent devletinin şu ana değin tertip ettiği en büyük ve en muhteşem deniz filosuydu…’’
 ‘’…Venedik tekneleri,batı dünyasının en gelişkin ve en iyi yönetilen ,deyim yerindeyse,Batı aleminin  medar-ı iftiharı olan Venedik tershanesinde,Dante’nin cehennemine ilham kaynağı olan kazanlar ve binlerce işçinin emeğiyle inşa edilmişti.Serenissima(Venedik Cumhuriyeti’nin tarihi isimlerinden biri.Serenissima,Venedik,Ceneviz,Lucca,Sanmarino ve Lehistan-Litvanya Krallığı gibi,genel dış siyasetini ticaret üzerine inşa eden ve siyasi hegomanya mücadelelerinden uzak duran tarihi devletler için kullanılan bir tabirdi.)İnebahtı’da meydana gelecek nihai kapışma için,aylar öncesinden,işinin ehli uzmanların ve standart tekne uzmanların ve standart tekne aksamlarının kullanıldığı yüz gemilik bir filo kurmaya başlamıştı…’’
’…Dünya üzerinde başka hiçbir terhane,yeni nesil melez gemileri (silahlandırılmış mavnaları) bu süratte üretemezdi…’’
’…Zaferin üzerinden henüz bir nesil bile geçmemişti ki,yorgun Venedik,Osmanlılarla imzaladığı bir antlaşmayla Doğu Akdeniz sularında rakibinin egemenliğini kabul ettiğini duyurdu…’’(Venedik’in tarihe gömülmesinde Osmanlı yorgunluğunun etkisi büyüktür.A.B)
Çıkarımlar:
Devletin dizginlerini elinde tutan girişimci aileler bugün bizim sadece adı burjuva olan ‘burjuva ailelerimize’,dış menşeili beyaz türklerimize ne kadar da benziyor.İşini iyi yapmak, tavsiye ve danışma görevlerinden çok; vesayetçiliğiyle bilinen bürokrasimizi de andırıyor.Bir zamanlar ülkemiz de bu çevreler elinde oyuncaktı.Bu çevrelerin etkileri hala sürmekle beraber artık kısmen devletimizin ve seçkin olmayan çoğunluğun çıkarları ön planda.(Yani aslında AKP’nin bunlardan çekinmediği bunlarla işbirliği yapmadığı kadarıyla,İktidar şunu anlamalı günü kurtarma,’dengede tutma,dengeleri gözetme’ reflekskerini ‘Yeni Türkiye’ kaldırmaz!Bürokrasi freninden ayağını çekmesi iyiye doğru marjinal kararlar alması gerekmektedir.Bakın Yavuz Sultan Selim kalabalık bir orduyu Şah İsmail’in yakıp yıktığı Anadoluda gezdirmeyi riskli bulan –iaşe riski-  Osmanlı yüksek bürokrasisine ,vezirlerine ve orduda sebeb oldukları çatlak seslere, boyun eyseydi bırakın önemli bir zafer elde etmeyi, Çaldıran’a bile gidemeyecekti.Ya da mesela asker kral Büyük Friedrich’in  o kendisi için korkunç yılda savaşlarda aldığı marjinal kararlar olmasa bugünkü gibi bir Almanya bulabilirmiydik.Tarihteki örneklerden anlaşılacağı gibi devlet adamları korkusuzca gözü pek kararlar aldıklarında büyük başarılar elde etmiş,devletlerini kurtarmış ve ona önemli bir ivme kazandırmıştır.Türkiyenin ‘Yeni Türkiye’ye giden yolda ihtiyacı olan bu ‘ivmedir’   İktidarın korkmadan reformcu günlerine geri dönmesi gerekiyor.Gerçi koalisyonla eli kolu bağlı bir –kendinin de belirttiği üzere:’’Bana yeterli oyu vermediniz!’’ diyip icraat yapamamasından dert yanan- Erbakan örneği varken iktidarın oy kaybından korkması anlaşılabilir ama bu daha çok mücadele ettiği çevrelere benzetiyor kendisini;halkı hafife almasıyla…Hep sağduyulu olmuş olan halkımızın reformlara,lazım gelen marjinal icraatlara vereceği tepki daha çok oy olacaktır.)Ne mutlu bize ki bu çevrelerin kendi ikballeri ve dış güçlerin çıkarları sarmalında harcanıp duran Türkiye halkı ve devleti artık bu bahsedilen durumdan kurtulmaya doğru gidiyor.Dünyadaki trend de bu yöndedir.‘ABD Devletinin’ çıkardığı ya da en basitinden göz yumduğu ‘krizin’ küresel sermayeyi ‘ulus devletler’ karşısında zayıflattığı aşikardır.Koca devletin, 300 milyonluk halkın hatta dünyanın FED’in ve onu yöneten ailelerin elinde oyuncak olmasından kurtarılması gerekti…Bunları yazarkenki amacım ise sermaye düşmanlığı-liberalizm değil, ‘vahşi kapitalizm’ ve ’seçkincilik’tir.ABD ‘’ekonomideki korkunç rakamlara’’ rağmen iflas etmeden yoluna (hatta Arap Baharı adı altında oluşmasına yardım edilen sosyal patlamalarla;Çin ve Avrupa üzerinde sağladığı-sağlayacağı hegomanyasıyla bu rakamlara rağmen daha iyi) devam etmesini; siyasi hegomanya mücadelelerinden uzak durmamasına ve  bunu sağlayacak;ordusuna,’istihbaratına’,bürokrasisine;’’hard power’’,’’soft power’’ araçlarına borçludur.Yukardaki örnekten anlaşılacağı gibi siyasi mücadelelerden uzak durmuş devletler ‘para güç değil,güç paradır’ düsturuna nazire yaparcasına başarısısız olmuşlardır.Siyaseti bir kenara bırakan; Venedik te devletin dizginlerini elinde tutan ailelerin ticari çıkarları uğrunda Osmanlı karşısında yorulmasından dolayı yıkılmıştır.Tabi böyle bir devlet ne kadar devletse;çünkü benim devletten anladığım seçkinlerin değil çoğunluğun,halkının ve bunlarla ayrı tutulamayacağı için (önce insan düsturuyla tabiki;aksi takdirde bu sefer başka ‘seçkin’ zümrelere davet çıkarılır..) devletin kendi çıkarlarını koruyan bir yapıdır,ya da bu günlerde böyle birşeye rastlanılmasa bile en azından temennimdir, olması gerekendir.Anlaşılacağı üzere dünya siyasetinde yine halkımızın ve insanlığın çıkarları için aktif rol almaktan korkmamalıyız.’’Şurda ne işimiz var,şunla da küstük’’,’’Türkiye uçak gemisini napacak’’ ya da ‘’Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’’ vb. safsataları lütfen yukarıdakilerle birlikte düşünelim.Uçak gemisini maliyetli bulursanız; askeri casusluk,darbe rezaletleriyle çürüklüğünü kanıtlayan TSK’nın milyar nufuslu Çin’den katbekat fazla general sayısını,maaşlarını ve sayıştayın denetleyemediği bu kurumu sorgulamanızı istiyorum.Çarçur edilen paraların belki de daha azının bizi üstün bir duruma getirecek stratejik bir araca yatırılmasının kazancını ise ’maliyetle’ açıklayamıyorum…
‘’Orda ne işimiz var,burda ne işimiz var’’a kitaptan başka cevaplar da var,İnebahtının Şifrelerinden, Sayfa 221: ’’…Gelgelelim.1538’den bu yana (Preveze’den) köprünün altından çok sular akmıştı.Bir kere,Türkler artık sadece Avrupa’nın servetine karşı mücadele etmiyorlardı.Yeni Dünya’nın keşfi,altın ve gümüş başta olmak üzere,el değmedik uçsuz bucaksız arazilerin doğal kaynaklarının Avrupa’ya akması sonucunu doğurmuştu.Bu zenginliğin büyük kısmı,yarım adada Mağribilerle asırlarca boğuşup en sonunda mücadeleyi Kuzey Afrika sahillerine taşıyan,tecrübeli ve kudretli İspanyol ordusunun hazinesine gidiyordu...’’ ve İngilizlerin Dünya hakimiyetine giden yol;Sayda 228,Gravelines(1588) deniz savaşı anlatımında geçiyor:’’…İngilizlerin hikayesi farklıydı.İspanyollar ve portekizliler,Asya’ya uzanan ticaret yolları ve Güney Amerika’nın maden ve nadide matalarına çoktan el koymuşlardı;İngiliz tacirleri için, el değmedik zenginlik kapıları bulmak istiyorlarsa,uzak diyarlara yelken açmak dışında bir seçenek yoktu…’’Bu örneklerden günüzmüz Türkiyesi için çıkaracağımız sonuç ise şudur:Dünyada iddalı bir konuma gelmek için eski; komşularından bile uzak duran zihniyetten, örneklerdeki gibi bir zihniyete geçiş yapmamız gerekmektedir. Türkiye’nin ‘keşfi’ ise Afrikadır,petrol ve diğer hammadeleriyle komşuları ve yakın çevresidir.Stratejist Ömer Özkaya’nın belirttiği üzere gelecekte besinin öneminin artmasıyla Afrika’nın verimli toprakları değer kazanacak,Afrika yeni iş sahası ve maddiyatı kısmen yükselecek Afrika halkı sayesinde yeni bir pazar olacaktır.Önce insan düsturuyla,önce insanı kazanması gereken Türkiye (burda Türk okullarının üstlendiği misyon çok saygıdeğer) Afrika’nın nadir metallerinden ve Afrika pazarından, ABD iş birliğiyle; Çin ve Avrupa’nın Afrikadan uzak tutulmasıyla birlikte; fazlasıyla yararlanması gerekir.Burada petrolcü Bush’un tarihi ipek yoluna verdiği önemi hatırlatmak gerekir,Çin’le mücadelemiz bu yönde de olacaktır;Uzakdoğu için Türkiye; Ortadoğu ve Afrikayla arasında bir köprü-aracı mı olacak,rakabetinde üstün mü gelecek yoksa ABD-Türkiye-Rusya eksenli-dengeli modeli Çin ve Avrupa tasfiye mi edecek?Kılıçtaroğluna sorsanız Türkiye’nin ne işi vardı Somalide,tabi sonra kendisi de Kenya’ya gitmişti:Yeni Türkiye ise kalitesiz muhalefeti eleyecektir… 
Bunlar bir kenara Venedik’in ‘tershane kurumunun’ harikalığı,’standartlarının’ oluşu, başarı ve zafer arayışının bir ürünüdür…
Devletlerde üst yönetim ne kadar başarılı,geleceğe dair planlar ne kadar isabetli olursa olsun, bunları gerçekleşitirecek kurumların kalitesi işlerliği sonucu belirleyecektir:Devlet Bahçeli Kandilin imha edilmesi gerektiğine dikkat çekiyor,bunun her seçenek gibi korkmadan tartışılaması gerekir, bunun dünyada örnekleri vardır ama 6 saat çatışan askerlerimize ambulansın TSK’nın helikopterinden önce ulaşması rezalet hadisesini(hani şu sisten gidemeyen helikopter(!)) hesaba hiç katmıyor.
Mahir Kaynak’ın Hangisi Belirleyicidir yazısının son paragrafı:’’MHP ABD ile birlikte olmayı uşaklık sayıyor,Rusya’yı hesaba bile katmıyor.Başka bir ülkeyle ittifaktan da söz etmiyor.Türkiye’nin tekbaşına günün şartlarına göre hareket edebileceğini ve gücümüzün buna yeteceğini düşünüyor.Kahramanlık ve vatanseverlik maddi bir desteğe ihtiyaç göstermeden hedefe ulaşmamızı sağlar diyor.Etkili bir güç olmak için ne ekonomik bir güce ne de bilimsel üstünlüğe gerek görmüyor.’’
 Tabi ekonomik bir gücün ve bilimsel üstünlüğün sağladığı kurumlara ve araçlara da…
İngilizlere Denizlerdeki üstünlüğü ve dolayısıyla tarihteki dünya üstünlüğünü açan basamaklardan:
Sayfa 228:’’…Drake ve rakip ‘deniz kurtları’,teknolojinin son nimetlerinden faydalanıyorlardı.İngilizler her ne kadar,her ne kadar,gelecekte denizlerde kuracakları tahakküm zihinlere böyle bir izlenim kazısa da denizcilik başarılarını öyle doğuştan getirdikleri yeteneklere borçlu değillerdi.Bilakis İngiliz tershaneleri,8.Henry saltanatında,o vakte değin görülmemiş büyüklükte ve güçte savaş gemilerinden bazılarını kazıklara yerleştirmekle meşguldüler.Üstelik bu yol hiç te pürüssüz değildi…(Mary Rose’nin batışı kastediliyor;bizim pek te alışık olmadığımız projelerde ısrar-takip bu açıdan önemli olsa gerek A.B)’’…8. Henry,ada topraklarında kendi ayakları üzerinde durabilen bir gemi ve silah imalatının alt yapısını kurabilmek için epeyce zaman ve para harcamıştı. ( ve bakalım bugün iktidarın yerli silah sanayi atılımına hangi kadrolar konacak… A.B)Krallığa davet edilen İtalyan ustalar(bu durumu ise kısmen bugün bay Kemalistlerin beğenmediği İran’ın teknolji transferleri-hırsızlığıyla/hırsızlık derken; bunu tüm dünya yapıyor!/ kendine nefes alacak alan açan İran’ın durumuna benzetebiliriz,Ömer Özkaya da bakın ne söylüyor: ‘’İran bu noktada çok ciddi bir örnektir.‘Ben kesinlikle bir F-16 ya da bir Fantom üretemem /F-15 taklidi uçaklarının olduğunu biliyoruz belirtmek istiyorum ama…A.B/ ,ama başka bir şey üretebilirim’ dedi ve oturdu, 2500-3000 kilometre menzilli füzeler üretti./ İşte bir stratejik aracın siyasetteki etkisi,sağladığı manevra alanları!/ A.B),babasının donanması için ilk büyük gemileri inşa etmişlerdi.Bu zanaatkarların oğulları,İngiliz meslektaşlarını yetiştirmekle kalmamış;savaş gemisi tasarımı ve bronz ve demir top dökümünde bunlarla rekabete girişmişlerdi.Deney ruhu (buradan TUBİTAK’a ve üniversitelere büyük görev düştüğünü anlaşılmalı ve onları hertürlü ideolojiden sıyırıp asıl görevleri olan AR-GE’ye yönlendirmeliyiz) ve denizlerde yayılma ,İngilizlere, sanatlarını tam bir zarafet seviyesine çıkararak,İspanyol teknelerinden birçok bakımdan üstün gemiler yapabilmelerine imkan tanıdı.Zaten bu durum Felipe’nin ‘’Yenilmez Armada’’sı karşısında onları zafere taşıyacak en önemli etken olacaktı.( ‘denizlerde yayılma’ ve ‘’Yıllar ilerledikçe,teknoloji taktikleri değil taktikler teknolojiyi belirlemeye başlamıştı’’  durumlarından çıkaracağımız ise;teknolojimizi geliştirip rahat siyaset yapabilme araçlarına sahip olmamız gerekmekte ve  TUBİTAK’ın ve üniversitelerimizin halkın meşrulaştırdığı siyasi otoritenin amaçları doğrultusunda; ona göre teknoloji üretip bilim yapması onun siyasetinin -dolayısıyla halkın tercihinin!- hizmetine girmesi gerekmektedir.Eski Türkiyedeki gibi ideolji ve dogma pompalayarak ‘seçkinlerin’ propogandasını yapmaması gerekmektedir.)
Şimdi de ‘fark yaratan’ silah arayışlarına bakalım…
Syf.227 Sir Walter Raleigh: ’’Denize hükmeden (bugüne uyarlarsak bugünün teknolojine ve bilimine hükmeden diyebiliriz) ticarete hükmeder;dünya ticaretine hükmeden dünyanın zenginliğine ve nihayet dünyanın kendisine hükmeder.’’
Syf. 229:’’…Drake,Frobisher,Howard ve diğerlerinin en büyük avantajlarından biri, üstün seyrü sefer yeteneklerinin yanı sıra,hemcinslerinden en az iki misli daha hızlı ateş açan hafif ve yer değiştirilebilir toplardı.Yenilikçi fikirler,cüsse ve maliyete meydan okuyordu.(Bu olayın önemini anlamak için Prof. Necmettin Erbakan’ın YouTube’den bulabileceğiniz ‘‘Erbakan Gizli Silahı Açıklıyor’’ videosunu izleyebilirsiniz.Yine kurumların-araçların, başarıdaki etkisini iyi bilerek atalarının yenilikçi arayışlarını aratmayan İngilizlerin çok yakın zamanda gerçekleştirdiği projeyi yıllar öncesinden söylüyor Erbakan.Postmodern darbeyle gitmek zorunda kalmasıydı belki bu projeyi/maliyeti ucuz ve hava sürtünmesi sıfıra yakın olan madenler sayesinde her türlü uçan araca kesin galip bir füze projesiydi/ onlardan önce Türkiye yapacaktı, kimbilir… A.B)İspanyol toplarının çoğunun attığı devasa taş gülleler,gerçekten de yıkıcı,ölüm saçan silahlardı;ama öte taraftan bunları üretmek,İngilizlerin ucuz ve balistik olarak üstün demir güllelerine kıyasla çok uzun zaman alıyordu.Dahası İngilizler,siyah barut kullanılan toplarda,bellibir noktadan sonra namlu uzunluğunun hiçbir fayda getirmedğini doğru hesaplamışlardı ’’ Konjektür tek başına yetmez.Teknolojiyi,bilimi,tekniği ‘keşfedip’ bu avantajlı olduğu kadar ucuz ve pratik durumları modern zaman Türkiyesine örnek alıp, uyarlayıp dünya sahnesine çıkmalıyız.
‘Fark yaratan’ silahların önemine dair örneklere devam edelim,Syf.234-235:’’…Yanıcı silahlar daha önceden gördüğümüz gibi,İnebahtı’da sahne almışlardı ve İspanyol Armadası’nın silah envarterinin önemli bir bölümünü oluşturuyorlardı.İngilizlerin ele avuca sığmayan teknelerini yakalamaya muvaffak olsalar,düşman gemilerini yine yanıcı kireç dolu çömlekler ve ‘bomba’ kıvılcım ve bilyelere boğacaklardı.Rodos gemileri en az iki milenyum evvel,düşman teknelerine mahmuzları üzerinden kızarmış yağ dolu çömlekler fırlatmışlar;Bizanslılar,Konstantinapolis’e yönelen nice taaruzu Rum ateşi yardımıyla püskürtmüşlerdi.Büyük İskender’in M.Ö 332’de,Sur şehri etrafında inşaa ettirdiğikuşatma yapıları,tutuşucu ve yanıcı silahlar taradından tahrip edilmişti.(Malta Kuşatması’nda bu tür silahlar çok şehit vermemize neden olmuştu.A.B)Uzun lafın kısası,İngilizlerin kullanmayı planladıkları silah yeni bir şey değildi.
Ateş Gemileri
Ateş gemileri,20. yüzyıla değin bilinçli olarak yönlendirilebilen,güdümlü tek silahtı.Bu sıfatı haketmesinin sebebi,mürettebatın,yanar vaziyette düşmanın üzerine sürdükleri patlamaya hazır teknekleri,sandallara binip kaçmaya başlayavcakları son ana değin terk etmemeleriydi.Ateş gemileri,İspanyolların ödünü patlatıyordu;ne de olsa bu silahla ilgili hoş hatıraları yoktu.Bundan dört sene evvel Giambelli isimli İtalyan ‘Antwerp’in Cehennem Ateşlerini’ ordularının üzerine yolladığında,İspnyollar dehşetengiz bir kayıpla sarsılmışlardı.Ateş,sayaç vaya temasla infilak eden bu cehennem silahları,akıntya bırakılıp kuşatmacı İspanyolların arasına salındıklarında,yüzlerce askerin telef olmasına sebeb olmuşlardı…’’
 Syf.230: ‘’…Gravelines Savaşı’nda Lort Howard’ın en kötü sekiz gemisini seçip ateş gemisine çevirmesi,İngiliz tarihinin en karlı askeri harcaması olarak kabul edilir…’’
 Fark yaratan silahlar,pratik ucuz çözümler-icatlar;yorum sizin…
İngilizlerle İspanyolların dünyadaki prestijleri açısından yerdeğiştirmesini sağlayan, Britanya’yı istiladan koruyan, devletlerin geleceğinide önemli etkileri olması açısından;kurumları-araçları ve bunların kalitesini-niteliğini irdeleyecek örneklerle bitirelim
Syf.236: ‘’Onlardan daha süratli oluşumuz,çevikliğiğmiz … İspanyol gemilerinden daha fazla top taşımamız … onların tek bir atışına karşı toplarımızı iki kere ateşlememiz – daha iyi topçularımızın olması.’’  İngiliz kaptan Nicholas Gorgas.
Syf.250:’’…İngiliz bahriye nezareti katibi ve aynı nezaretin marifetli sivil yöneticisi Samuel Pepys,kaleme aldığı günlüğünde,İngiliz donanmasını günün birinde Felemenkliler ve Fransızlarınkinin üstüne taşıyacak teknolojik,taktik ve bürokratik temellerin atıldığı vakitlerde,İngiliz denizcilik sisteminin işleyişine dair mükemmel bir kesit sunar…’’
Osmanlının ‘altın çağı’nda da batılı gezginlerin hatıratlarında Osmanlı bürokrasisinden hayranlıkla sözettiğini de biliyoruz zaten…
İspanyol Armadası İkinci Felipe’nin’’İspanyolların nesiller boyu devam eden mücadeleye getirdiği bitmez tükenmez imparatorluk kaynakları ve organizasyon ve planlama kabiliyetleri özlem ve hedefleri altında kalmayan bir kral’’ olmasına ve’’dimağları zorlayan mevcuduna rağmen’’ İngiliz ateş gücüne,hızına,pratikliğine ve nefer kalitesine (bakın insanlığın tarihi moderniteye o kadar da uzak değil, burdan ise;’nefer kalitesinden’ profesyonel ordunun önemi hakkında dersler çıkarabiliriz…)  karşı yenik düşmüştür.Yönetim nekadar kaliteli olursa olsun başarının anahtarı kurumlardır.Çürümüş yapı ve kurumlarımızın baştan sona yenilenmesi gerekmektedir;zihniyeti,yapısı,niceliği,niteliği; her şeyiyle…
Galipleri analiz etmeye çalıştık.O zamanın devletlerini ve kurumlarını besleyen,onları başarıya götüren; altın,gümüş,yeni pazarlarda hakimiyet,nadide metalar ve bunlara ulaşmayı sağlayacak araçlar olan;aktif,akıllı siyaset,fark yaratacak,üstünlük sağlayacak teknoloji,teknik ve bilimdi. Bugüne baktığımızda şartların çok ta değişmediğini görüyoruz.Türkiye’yi başarıya götürecek olan ‘keşif’ ise yakın çevresindeki ve Afrika ülkeler hammaddeleri,nadir madenleri ve pazarlarıdır.Bunları gerçekleştirirken ise hiç te ‘emperyalist’ olmaya ve batı gibi o ülkelere zulüm yapmaya gerek yoktur;büyük olmaya korkacak hiçbir sebebimiz yoktur,hatta medeniyetimizin ‘modernite’ kıskacındaki insanlığın acilen yardımına koşması gerekmektedir…   

13 Nisan 2012 Cuma

Mustafa Armağan:''Bir Devlet 150 Sene Geriler mi?''

 Mustafa Armağanın dediği gibi bir devlet 150-200 yıl boyunca geriler mi?Amacının tarih öğretmek dışında her şey olduğunu düşündüğüm okullardaki sömürge devleti tarih kitaplarımız ve müfredatımıza göre geriler.Bu 150-200 yıllık dönemde osmanlı öyle zavallı bir durumda anlatılıyorki bunun arkasında iyi niyet ve ya aptallık arayamıyoruz.Bu kitaplara göre Osmanlı ordusu ve yeniçeriler dünyanın en zavallı kuruml...arı.Öyle ki Avrupadan teknoloji transferiyle şöyle böyle idare ediyorlar.Sizlerinde öğrencilik yıllarınızdan bildiğiniz gibi üslub hemen hemen böyle.Teknoloji ve yenilik transferi bir zavallılıksa o zaman bütün Avrupa zavallı olmak durumundadır.Çünkü bir devlet ,devlet adamı,komutan,usta ve ye her kimse savaş meydanında fark yaratacak bir formasyon,teknoloji-silah,tarz bulup ortaya çıkardığında bunu anında bütün Avrupa taklit transfer etmeye başlardı.Birçok yanlış bilgiyle ve üslubuyla bir kesimin ideolojisini , dogmasını genç beyinlere dayatıp kendi iktidarını sağlamaya çalışan tarih kitaplarımıza göre Nizam ı Cedit ve Asakeri Mansurei Muhammediye ordularına geçme durumunu ve bunların Avrupai bir tarzı taklit etme durumunu da bir geç kalınmışlık geri kalmışlık şeklinde sunulmaktadır.Ama Avrupa da taklit ve tranfer doğaldır.Bunu yapmakta geç kaln tutucu ordular savaş meydanlarında sonuçlarına katlanmak zorunda kalmıştır.Osmanlı bu ordulara geçmekte geçte kalmamıştır.Çünkü Avusturya-Macaristan impaartorluğıyla yapılan savaşlar çete formasyonuyla sınır savaşları şeklinde cereyan etmekteydi.Ne zaman savaş Osmanlı için şekil değiştirmeye başladı ne zaman yeni bir ordu düzenine ihtiyaç duyuldu o zaman yeni bir ordu kuruldu , yeni bir düzene geçildi .Yani matbaa ve sanayide de olduğu gibi (hocamızın Avrupanın 50 Büyük yalanı kitabında da bahsettiği değindiği üzere) ihtiyaç geç hasıl olduğu için Osmanlıya bu Avruapi tarz ordular geç tezahür etti.Yani acizane anlatmak istediğim ''geç kalmışlık ,geri kalmışlık'' durumundan değil.Neresinden tutsan elinde kalacak tarih müfredatımızın ve kitaplarımızın değişmesinin vakti gelmedi mi ?
osmanlının kendi şartları(dokuma tezgahlarının yeterliliği,yazmanların yeterliliğinin matbaa görevi görmesi),kendine has kötü şartları(sürekli savaşlar ve maddi sıkntılar) vardır.yoksa ilk elktirikli arabayı sipariş eden,deniz altıları o tarihlerde sipariş eden  Abdül Hamit Han ülkeyi demir yollarıyla döşeyip demir çelik fabrikalrı kurmicakmıydı.'geri kalmışlık' neye göre! kime göre! hatta rahatlıkla diyebilirimki Abdül Hamit Han rahmetli olana kadar devam etseydi japonyanın samuraylıktan 'modern' çağa birden geçişi gibi bir teknolojik atılımı biz de yapardık