Ülkemizde son zamanlarda; terör örgütlerini
‘bürokratikleştirme’, kemikleştirme amaçlı; bu yönde ‘ ‘’vekaleten’’ ve şehir
savaşları’ uluslar arası bir organizasyon şeklinde tertiplenmektedir. Bu operasyonlar
devletimize doğrudan kasıt amacı taşıma emareleri de göstermeye başlamakta ve
buna ülkemizin içinden ‘medyatik’ ve propaganda desteği de bazı odaklardan
gelmektedir. Televizyon kanallarına çok çıkan; sürekli çark edip duran; su içer
gibi yalan söyleyip duran, siyasi kişilikler ve başkaca ‘aydın-akademisyen-vekil’
vâri kişilikler bu suça ortak olmaktadır. Elbette askerimiz ve polisimiz
kahramanca şehit olarak bu vatanın şerefini kurtarırken bu hain takım ve
arkasındaki uluslararası organizasyon amaçlarına ulaşamayacaklardır. Lakin
artık devletimize doğrudan kasta kadar varmaya başlayan bu terör saldırılarının
en azından ülkemizin hedefini bile
şaşırtamayacak kadar etkisiz hale getirilmesi gerektiği ortadadır. Daha
önce, düşmanın amacının bu yönde olduğunu düşündüğümüzü ‘’ Ülkemizdeki sistemin
yazılımı‘’ adlı yazımızda belirtmiştik. (http://trosmtr.blogspot.com.tr/2015/10/ulkemizdeki-sistemin-yazlm.html
)
Hal böyle iken ve bunu yapan ‘önemli, dengeleri sarsacak
şahıslar’ da olsa, terör propagandası yaparak da olsa teröre yardım ve yataklık
yapan şahıslara devletimiz gerekli refleksi hukuk kuralları içerisinde vermelidir.
Çünkü hukuk devleti olmanın gereği budur; İlber Ortaylı hocanın hukuk-kanun
devleti tanımına göre kanunlara yönetici, siyasi, vatandaş ya da her kim ise
bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının uyması, uymuyor ise kanuni karşılığını
bulması gereklidir. Zira bir ‘ vekalet savaşı ve terör operasyonuna’ karşı
devlet olmanın gereğini yapmamak-yapamamak çıkma ihtimali azımsanamayacak kadar
çok olan bir üçüncü dünya savaşı karşısında içtimai hayat olarak ve ideolojik
olarak hazırlıksız olmak demektir.
Nasıl mı?
Olası bir büyük savaş ya da bunun uzun vadeye yayılmış hali
(ve belki de şimdi yaşanmakta olan) ‘ vekalet savaşları-düşük yoğunluklu savaş
zincirleri’ sırasında x siyasi, y güruh ülkemizi malum hainlikleri ile sabote
eder ise sonuç hüsran olur. Halbuki böyle durumlarda bütün ülkenin
kenetlenmesi; milli çıkarlarımız doğrultusunda belirlediğimiz bir hedefe,
motivasyonla hep birlikte yürümemiz gerekecektir. Aslında savaş dahilinde (DEMOKRASİNİN
RAFA KALKMASINDAN ASLA BAHSETMİYORUM) zaten sıkı bir idarenin ülkede hakim
olacağı düşünülebilir, belki de bu başarabilir ancak barış zamanında bile
uluslararası platform ve tvlerde de çıkıp ülkemize hainlik yapanlar karşısında
refleksleri alınmış gibi davranan sistem; mesela çok ilginç ve bununla da dolaylı
da olsa alakalı bir örnek olarak barış zamanında bile merkez bankasına söz
geçiremeyen bir anlayış şüphe vermektedir. Tekrar belirtmek gerekir ise devlet
olmanın gereği demokrasinin rafa kalkması değil: hiçbir güç odağının; şahsın,
medya organının ya da her ne ise hiç birinin, bütün ülke ile dalga geçercesine çarklı-yalan
dolanlı- terör örgütü propagandası yapıcı- utanmaz-umursamaz vatan hainliğine
izin verilmemesi şarttır.
Aynı zamanda ülkemizde yeni bütünleştirici, ülkemizin
çıkarına doğru bir hedefe yönlendirici, şimdiki gibi yapmacık olmayan ve
uydurma hikaye ve tarihlere dayanmayan, motive edici bir ideoloji şarttır. Terör
örgütlerinin ideolojisinin ve propagandasının bile çok gerisinde olan bir
ideoloji muhtemel bir 3. dünya savaşı’nda ne kadar işe yarayabileceği muammadır.
Bu verdiğimiz kırmızı alarmı abartılı bulanlara ise ülkemizdeki Kürt
gençlerinin duygu ve düşünce dünyasını müşahede etmesini tavsiye ediyorum.
Mesela burada Abdülhamid Han’ın siyaseti tam da anlatmak istediğimize çok güzel
bir örnek; Abdülhamid Han Kürt ağalarının oğullarını İstanbul mekteplerinde Osmanlılık
idraki ile okutmuş ve bu onların Osmanlı’ya bağlılığını artırmıştı. Daha
sonraki yıllarda Kürt aşiretleri İngilizlere çok net şekilde restlerini
çekmişlerdi. Hatta Abdülhamid Han tahtan çekilmek zorunda kalmasa idi
Balkanlar’ı Osmanlı’ya daha sıkı bağlayacak bir projenin peşinde olduğu net bir
şekilde bugün bilinmektedir. Hatta belki de onun Osmanlılık ideolojisi
geriletilmeseydi; sadık millet olan Ermeniler de Birinci Dünya Savaşı’nda ülkemize
bu kadar çok sorun çıkarmayabilirdi.
Sonuç olarak terör ile mücadele uluslararası ilişkilerden;
bürokrasiyi verimli kullanmaya, onu iyi işletecek bir devlet felsefesine, onun
arkasında durmaya ve onu kamçılamaya; organize suça karşı toplumsal bir
tepkiden, devlet ideolojisine, dünya siyasetine bizim açımızdan yapıcı
müdahalelere kadar çok geniş bir alanda mücadele gerektiren ve hatta içtimai ve
tarihi kökeni olan bir alandır. Yani anlaşılacağı üzere sağlam bir devlet
iradesi gerektiren bir alandır.
Burada felsefesinin o tarihlerde daha yeni yeni tekamülü ve
bazı diğer bize benzerlikleri açısından ABD’den örnekler vererek bitirelim. 1920’li
ve 1930’lu yıllarda FBI’ın yeni yeni teşekkül etmeye başladığı zamanlarda ABD’de
de büyük sarsıcı terör olayları cereyan etmekte, kamu düşmanları ilan edilen gangsterler
Amerikan devletine zor zamanlar yaşatmaktadır. Buna karşılık bütçesinden,
kullandığı silah ve araçlara kadar çeşitli sıkıntılarla uğraşan ve daha yeni
yeni tekamül eden FBI ve yeni suç anlayışına karşı yeni yeni refleksler
geliştirmeye başlayan diğer devlet görevlileri ve kurumları mücadele ile ve devletin
de ‘bürokratik gücü’ ile neredeyse ülkelerinin temelini sarsan sorunlara yani
Bolşevik terörist ve gangsterlere karşı galip gelmiştir. ABD’deki bu durumla ilgili
bilindik görsel örnekler ise gerçek olaylardan esinlenilerek yapılan filmler: ‘’
The Untouchables‘’, ‘’ Public Enemies‘’, ‘’ J. Edgar‘’ dır. O tarihlerde
muhabirlerin suçluları sempatik göstermesinden, ülkeye hainlik yapan ‘ateşli
siyasilere’, devletin sorunu yeni yeni algılayıp ona göre refleks göstermesinden,
birçok soruna göğüs gererek-mücadele ederek başarılı olan devlet görevlilerine
kadar birçok şey tam da şu anki halimizle ilgili benzerlikler göstermektedir.
Bizim tarihimizden ve dünyadaki örneklerden sorunlarımıza
çareler mevcuttur. Ülkemizin düşmanlarını yenilgiye uğratabilecek bir
devletimiz ve onun bürokrasisi mevcuttur. Lakin ‘at sahibine göre kişner
hesabı’ ülkemizde ‘ atın sahibinin’ meclis başkanı mı, başbakan mı yoksa
cumhurbaşkanı mı olduğu sorunu, ya da bu bölünmüşlüğün bir başkanlık sistemi
ile mi aşılacağı; bu kargaşada ülke liderinin vizyonunu takip etmeyen hatta ona
direnen (faiz sever) bürokratlar sorunu, devlet ideolojisinin ve felsefesinin sorunları,
hukukun herkese karşı işletilmemesi sorunu gibi önemli sorunlar mevcuttur. Pek
tabi ki de toplumumuz, yöneticilerimiz ve devletimizin iradesi ve disiplini ile
ise bu sorunlarımızı aşabileceği ise aşikârdır…
(ABD sisteminin ve
memurlarının sorunlara karşı ‘ilk şoku’ ve sonrasındaki refleksleri ve
sorunları çözme iradesi birçok açıdan bizim sorunlarımıza benzemektedir ve ders
niteliğindedir.)
‘’ Türkiye Osmanlı Türkiye‘’