3 Mart 2016 Perşembe

BİR 3. DÜNYA SAVAŞI’NA İDEOLOJİK OLARAK NE KADAR HAZIRIZ?

Ülkemizde son zamanlarda; terör örgütlerini ‘bürokratikleştirme’, kemikleştirme amaçlı; bu yönde ‘ ‘’vekaleten’’ ve şehir savaşları’ uluslar arası bir organizasyon şeklinde tertiplenmektedir. Bu operasyonlar devletimize doğrudan kasıt amacı taşıma emareleri de göstermeye başlamakta ve buna ülkemizin içinden ‘medyatik’ ve propaganda desteği de bazı odaklardan gelmektedir. Televizyon kanallarına çok çıkan; sürekli çark edip duran; su içer gibi yalan söyleyip duran, siyasi kişilikler ve başkaca ‘aydın-akademisyen-vekil’ vâri kişilikler bu suça ortak olmaktadır. Elbette askerimiz ve polisimiz kahramanca şehit olarak bu vatanın şerefini kurtarırken bu hain takım ve arkasındaki uluslararası organizasyon amaçlarına ulaşamayacaklardır. Lakin artık devletimize doğrudan kasta kadar varmaya başlayan bu terör saldırılarının en azından ülkemizin hedefini bile şaşırtamayacak kadar etkisiz hale getirilmesi gerektiği ortadadır. Daha önce, düşmanın amacının bu yönde olduğunu düşündüğümüzü ‘’ Ülkemizdeki sistemin yazılımı‘’ adlı yazımızda belirtmiştik. (http://trosmtr.blogspot.com.tr/2015/10/ulkemizdeki-sistemin-yazlm.html  )

Hal böyle iken ve bunu yapan ‘önemli, dengeleri sarsacak şahıslar’ da olsa, terör propagandası yaparak da olsa teröre yardım ve yataklık yapan şahıslara devletimiz gerekli refleksi hukuk kuralları içerisinde vermelidir. Çünkü hukuk devleti olmanın gereği budur; İlber Ortaylı hocanın hukuk-kanun devleti tanımına göre kanunlara yönetici, siyasi, vatandaş ya da her kim ise bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının uyması, uymuyor ise kanuni karşılığını bulması gereklidir. Zira bir ‘ vekalet savaşı ve terör operasyonuna’ karşı devlet olmanın gereğini yapmamak-yapamamak çıkma ihtimali azımsanamayacak kadar çok olan bir üçüncü dünya savaşı karşısında içtimai hayat olarak ve ideolojik olarak hazırlıksız olmak demektir.

Nasıl mı?

Olası bir büyük savaş ya da bunun uzun vadeye yayılmış hali (ve belki de şimdi yaşanmakta olan) ‘ vekalet savaşları-düşük yoğunluklu savaş zincirleri’ sırasında x siyasi, y güruh ülkemizi malum hainlikleri ile sabote eder ise sonuç hüsran olur. Halbuki böyle durumlarda bütün ülkenin kenetlenmesi; milli çıkarlarımız doğrultusunda belirlediğimiz bir hedefe, motivasyonla hep birlikte yürümemiz gerekecektir. Aslında savaş dahilinde (DEMOKRASİNİN RAFA KALKMASINDAN ASLA BAHSETMİYORUM) zaten sıkı bir idarenin ülkede hakim olacağı düşünülebilir, belki de bu başarabilir ancak barış zamanında bile uluslararası platform ve tvlerde de çıkıp ülkemize hainlik yapanlar karşısında refleksleri alınmış gibi davranan sistem; mesela çok ilginç ve bununla da dolaylı da olsa alakalı bir örnek olarak barış zamanında bile merkez bankasına söz geçiremeyen bir anlayış şüphe vermektedir. Tekrar belirtmek gerekir ise devlet olmanın gereği demokrasinin rafa kalkması değil: hiçbir güç odağının; şahsın, medya organının ya da her ne ise hiç birinin, bütün ülke ile dalga geçercesine çarklı-yalan dolanlı- terör örgütü propagandası yapıcı- utanmaz-umursamaz vatan hainliğine izin verilmemesi şarttır.

Aynı zamanda ülkemizde yeni bütünleştirici, ülkemizin çıkarına doğru bir hedefe yönlendirici, şimdiki gibi yapmacık olmayan ve uydurma hikaye ve tarihlere dayanmayan, motive edici bir ideoloji şarttır. Terör örgütlerinin ideolojisinin ve propagandasının bile çok gerisinde olan bir ideoloji muhtemel bir 3. dünya savaşı’nda ne kadar işe yarayabileceği muammadır. Bu verdiğimiz kırmızı alarmı abartılı bulanlara ise ülkemizdeki Kürt gençlerinin duygu ve düşünce dünyasını müşahede etmesini tavsiye ediyorum. Mesela burada Abdülhamid Han’ın siyaseti tam da anlatmak istediğimize çok güzel bir örnek; Abdülhamid Han Kürt ağalarının oğullarını İstanbul mekteplerinde Osmanlılık idraki ile okutmuş ve bu onların Osmanlı’ya bağlılığını artırmıştı. Daha sonraki yıllarda Kürt aşiretleri İngilizlere çok net şekilde restlerini çekmişlerdi. Hatta Abdülhamid Han tahtan çekilmek zorunda kalmasa idi Balkanlar’ı Osmanlı’ya daha sıkı bağlayacak bir projenin peşinde olduğu net bir şekilde bugün bilinmektedir. Hatta belki de onun Osmanlılık ideolojisi geriletilmeseydi; sadık millet olan Ermeniler de Birinci Dünya Savaşı’nda ülkemize bu kadar çok sorun çıkarmayabilirdi.
Sonuç olarak terör ile mücadele uluslararası ilişkilerden; bürokrasiyi verimli kullanmaya, onu iyi işletecek bir devlet felsefesine, onun arkasında durmaya ve onu kamçılamaya; organize suça karşı toplumsal bir tepkiden, devlet ideolojisine, dünya siyasetine bizim açımızdan yapıcı müdahalelere kadar çok geniş bir alanda mücadele gerektiren ve hatta içtimai ve tarihi kökeni olan bir alandır. Yani anlaşılacağı üzere sağlam bir devlet iradesi gerektiren bir alandır.

Burada felsefesinin o tarihlerde daha yeni yeni tekamülü ve bazı diğer bize benzerlikleri açısından ABD’den örnekler vererek bitirelim. 1920’li ve 1930’lu yıllarda FBI’ın yeni yeni teşekkül etmeye başladığı zamanlarda ABD’de de büyük sarsıcı terör olayları cereyan etmekte, kamu düşmanları ilan edilen gangsterler Amerikan devletine zor zamanlar yaşatmaktadır. Buna karşılık bütçesinden, kullandığı silah ve araçlara kadar çeşitli sıkıntılarla uğraşan ve daha yeni yeni tekamül eden FBI ve yeni suç anlayışına karşı yeni yeni refleksler geliştirmeye başlayan diğer devlet görevlileri ve kurumları mücadele ile ve devletin de ‘bürokratik gücü’ ile neredeyse ülkelerinin temelini sarsan sorunlara yani Bolşevik terörist ve gangsterlere karşı galip gelmiştir. ABD’deki bu durumla ilgili bilindik görsel örnekler ise gerçek olaylardan esinlenilerek yapılan filmler: ‘’ The Untouchables‘’, ‘’ Public Enemies‘’, ‘’ J. Edgar‘’ dır. O tarihlerde muhabirlerin suçluları sempatik göstermesinden, ülkeye hainlik yapan ‘ateşli siyasilere’, devletin sorunu yeni yeni algılayıp ona göre refleks göstermesinden, birçok soruna göğüs gererek-mücadele ederek başarılı olan devlet görevlilerine kadar birçok şey tam da şu anki halimizle ilgili benzerlikler göstermektedir.


Bizim tarihimizden ve dünyadaki örneklerden sorunlarımıza çareler mevcuttur. Ülkemizin düşmanlarını yenilgiye uğratabilecek bir devletimiz ve onun bürokrasisi mevcuttur. Lakin ‘at sahibine göre kişner hesabı’ ülkemizde ‘ atın sahibinin’ meclis başkanı mı, başbakan mı yoksa cumhurbaşkanı mı olduğu sorunu, ya da bu bölünmüşlüğün bir başkanlık sistemi ile mi aşılacağı; bu kargaşada ülke liderinin vizyonunu takip etmeyen hatta ona direnen (faiz sever) bürokratlar sorunu, devlet ideolojisinin ve felsefesinin sorunları, hukukun herkese karşı işletilmemesi sorunu gibi önemli sorunlar mevcuttur. Pek tabi ki de toplumumuz, yöneticilerimiz ve devletimizin iradesi ve disiplini ile ise bu sorunlarımızı aşabileceği ise aşikârdır…




(ABD sisteminin ve memurlarının sorunlara karşı ‘ilk şoku’ ve sonrasındaki refleksleri ve sorunları çözme iradesi birçok açıdan bizim sorunlarımıza benzemektedir ve ders niteliğindedir.)


‘’ Türkiye Osmanlı Türkiye‘’